Davet

Değişim mi Dediniz!

Hiçbir şey yerinde durmuyor. Bazen gözümüzün içine baka baka başkalaşıyor, yoğşuyor, eskiyor, eksiliyor, dönüşüyor; bazen de zamandan, mekândan bağımsız, kendi başına ve bıraktığımız gibi duruyor her şey ya da öyle sanıyoruz. Gün oluyor değişimden uzak kalma halleri sevindiriyor içimizde bir yerleri. Arada kulağımıza çalınan, gözümüzün içine bakarak gelen, sanki bir sevince tutunan “Hiç değişmemişsin!” şaşkınlıkları; keder mi taşıyor heybesinde, sevinç mi; değilse sözün kıtlığına umar olup doğuyor mu, onu da bilmiyoruz ya da bildiğimizi sanmak iyi geliyor.

Kısacası değişmeye vaktin olmadığıyla avunurken vaktin değiştiğini neden sonra fark ediyoruz.

“Aynı suda iki kez…” önermesinden bu yana biz de bir güzel bilmekteyiz oysa bizden önce de var olan değişimin gerçekliğini…

Arada aksilenip her şey dursun yerli yerinde; düşlerim, düşüncelerim, inançlarım… Dokunmasın kimseler hiçbirine desek de gün gelip başka biri olduğumuzda tez elden unutuveriyoruz değişmesin dediklerimizi, bıraktığımız yerlerde…

Çığlık çığlığa, “Niye hiçbir şey değişmiyor!” derken de aslında kabahati yıkacak bir değirmen aradığımızı neden sonra fark ediyoruz.

Oysa biriktirdikçe -çoğalacağımızı sanırken- eksiliyor, biriktikçe yoruluyor/ yok yok kendimize geliyor; daha az, daha kısa, daha seyrek söylüyoruz.

Değişmeyiş heveslerinin yük, değişimin yeri geldikçe dert olduğunu ayrımsadığımızda/ ayaklarımız suya erdiğinde yani Tolstoy’un bisikletinin -içeride mi dışarıda mı bilinmez ama- kapıda olduğunu da anımsıyoruz.

Seyre durmaktansa kendi bildiğince akıp geçen zamanı ya da katlanmaksa algılarımıza bağladığımız hallerine onun, haydi varalım üçüncü zamanların erincine, üçüncü mekânlardan bakalım altüst oluşların, geride kalışların, gelmekte olanların seyrine…

Ya değişenin, gelişenin kıymetiyle çoğalırız ya da yattığımız tekerleğin önüne tükenir uykularımız…